Seyhan Akıncı – Biricik TDK’miz, dilimize Arapçadan giren nahif sözcüğünü; ince, duygulu, hassas, zayıf, cılız ve çelimsiz olarak tanımlıyor. Oysa kendine has koşusuyla ağlayarak uzaklaşan Hülya Koçyiğit’in hayat verdiği Yeşilçam karakterleri değil de daha çok “Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm” diyen Yaşar Usta’yı çağrıştırır nahif sözcüğü bende. Günümüz jargonuyla sakin güç kısaca… Orchestra Theatre’ın ikinci projesi “Bir Terennüm” işte böylesi nahif bir oyun.
Firuze Engin’in yazdığı, Gülhan Kadim’in yönettiği iki kişilik oyunda İpek Türktan ve Tolga İskit çokça ruha, bedene, zamana ve aşka ev sahipliği yapıyor 70 dakikada… “Bir Terennüm”ü başka bir sahnede izleseydim ne hissederdim bilmiyorum ama Kumbaracı50 böylesi yakın bir oyun için en doğru adres diye düşündüm salonda Ali İhsan’la Sevgi’nin diyalogları arasında kaybolmamaya çalışırken.
Küçük bir kamu spotu ile başlamak gerek belki de. Eğer ailenizde ya da yakın çevrenizde demans hastası varsa kalbiniz tahmin ettiğinizden fazla acıyabilir oyunu izlerken. Oyun duygu sömürüsü yaptığı için değil tam da buna hiç yeltenmediğinden… Kaçıncı dakikaydı hatırlamıyorum ama farklı ülkelerde yaşadığımız için altı yıl sonra gördüğüm dayımın adını heyecanla haykırdığımda beni tanımayıp ürküşü geldi aklıma. Hatırlamak; ister lanet, ister mucize olsun, yarın dediğimiz o umutlu bekleyişi üzerine inşa edebileceğimiz en temel kavram belki de. “Bir Terennüm” o nahiflikten gelen gücünü tam da buradan alıyor. Dört kuşağın hikâyesi üzerinden esasında toplumsal hafızanın neden bu kadar önemli olduğunu, kolektivizmin neleri değiştirebileceğini ve birlikte direnmenin anlamı üzerine düşündürtüyor.
Dönüşümün izleği
Artık sadece çeyizcilerde ya da mezatlarda hadi babaanne evlerini atlamayalım karşımıza çıkabilecek dantel bir masa örtüsü, Z kuşağının tahammül seviyesini düşündüğümüzde üçüncü numarayı çevirirken aramaktan vazgeçirecek çevirmeli telefon, Boğaziçi Köprüsü ve akıllı telefonlar… Ve 1935’ten günümüze uzanan dört kuşak. Firuze Engin belli ki herkesin hafıza üstüne bir parça düşünmesini istemiş. Bunu da Nişantaşı’ndan Çamlıca’daki bir apartman dairesine taşınan bir aile üzerinden kurgulamış. Tolga İskit’in gençlik ve yaşlılık hâlleriyle karşımıza çıkardığı Ali İhsan ile İpek Türktan’ın hayat verdiği babaanne Seniha ve Seniha’nın dördüncü kuşak torunu Sevgi’nin diyalogları üzerinden ilerleyen hikâye seyirciye yaşadığımız dönüşümün izleğini sunuyor.
Eğer terennümün sözlük anlamına baktıysanız bu bile hız ve hafıza üzerine çokça şey söylüyor. Karakterlerin yaş aralığı değiştikçe yaşadıkları bedensel dönüşümden ziyade oyunun omurgası da olan şarkıda geçen kelimelerin yarısından çoğunu anlamadığınızı fark ettiğinizde en azından teşekkürler yerine ‘tşk’ diye mesaj atmamayı aklınızdan geçiriyorsunuz. Çamlıca dendiğinde aklınıza ilk gelen şey şehrin her yanından görülebilen kuleyse eğer kentin sadece silüetinin değil, ekolojik olarak nasıl bir dönüşüme maruz kaldığını da hatırlatıyor bu unutkan oyun. ‘Onlar’ sadece bugünlerde kulağımıza bağırılmıyor elbette. Tonu sertleşmekle beraber ülkemizin tarihi biraz da ‘onlar’ın tarihi değil midir? Bunlardan olmayan onların, onlar kalabilmek için verilen mücadelenin tarihini de sunuyor bu hafıza oyunu. Sokağa çıkma yasağı tozlu olduğu kadar sandıktan her an çıkartılabilir bir ifade olmasıyla da pek makbuldur bunlar için. Hatırla diye terennüm ediyor oyun.
Kalbimizin yerini hatırlatıyor
Aşk yok mu? Olmaz mı? “Bir Terennüm” her şeyi unutsak da kalbimizin yerini hatırlatan ne varsa, asla unutmayacağımızı biraz kalbimizi kırarak anımsatıyor. Seniha’nın kız kardeşi ile evlenen eski nişanlısı Halit’e duyduğu aşk, “Çalıkuşu”nda Kâmuran’a mektubunda “Tüm olup bitenlere rağmen sen bir parça benimdin ben bütün ruhumla senin” diye yazan Feride’ye nahif bir selam âdeta. Ali İhsan’ın Şeref Stadı’nda attığı goller. Seyhan ile girdikleri Beşiktaş – Fenerbahçe atışmaları… “Bir Terennüm” kalbimizin yerini hatırlatırken unutkanlığımızın bedelleriyle yüzleştiriyor. Tiyatro sezonunda perde yavaştan kapanırken anımsamak ve anımsatmak için terennüm etmek iyi gelebilir.