JANET BARIŞ- Jüri başkanı Damien Chazelle’in Hollywood’daki grevi desteklediğini belirttiği açıklamalarıyla başlayan Venedik Film Festivali ortasına geldi bile. 10 Eylül’de tamamlanacak festivalin ilk günlerinde Michael Mann’in “Ferrari”si, Yorgos Lanthimos’un “Poor Things”i ve Pablo Larrain’in “El Conde”si gibi uzun zamandır beklenen filmlerin prömiyerleri gerçekleşti. David Fincher’ın “The Killer”ı ile Sofia Coppola’nın “Priscilla”sı da öne çıkanlardan. Türkiye’den bu yıl ana yarışmada bir film yok ama Orizzonti (Ufuklar) Bölümü’nde yarışan ve Nehir Tuna’nın yönettiği “Yurt” prömiyerini yaptı.
Politik bir sallantı
Tuna’nın ilk uzun metrajı olan “Yurt”, ‘90’ların ortasında yurtlarda yaşanan kutuplaşmaya odaklanıyor. İslami kesim ile seküler kesim arasındaki hem görünür hem görünmez damarlar arasında gezinen ve bunu ana karakteri Ahmet üzerinden ilmek ilmek işleyen film dakikalarca alkışlandı. Ahmet’in kaldığı yurt ile yaşamak istediği hayat arasında sıkışması, babası için inanmak istese bile o inancı bulamayışı, bütün bu çelişkiler içerisinde duygusal iniş çıkışlarla yaşadığı hezeyanlar filmin bel kemiğini oluşturuyor. Bir ergenin gözünden dünyayı anlamak klişesinden çıkıp zaman zaman rahatsız da edebilen sofistike bir alana taşınıyor. Ahmet, Ahmet’in ailesi, yurttan arkadaşı ve okuldaki gündelik yaşamı ile olan çelişkilerinin her bir ayrı bir kaygan zemin. Nehir Tuna bütün bu kaygan zeminlerin etrafında zaman zaman yumuşak bir mizah üretmeyi başararak dolaşıyor. Filmin sinematografik tercihleri de anlamlı. Ahmet’e çıkışsız anlarında siyah-beyaz bir hat çizen Tuna, özgürlük mücadelesini anlamlandırmaya çalıştığı anlarda filmi renklendiriyor. “Yurt” biçimsel olarak kendine özgü bir hat çizerken ilk film olmasına rağmen bütün riskli alanlarda kendinden emin bir biçimde dolanıyor.
“Yurt”
Fincher’ın ‘yeni’ seri katili
Alexis Matz’ın grafik romanında uyarlanan “The Killer”, David Fincher’ın “Seven/Yedi” ve “Zodiac”tan yıllar sonra yeniden uğradığı bir seri katil hikâyesi. Kendine fazla güvenen ve işinde iyi olan bir seri katilin son işinde başarısızlığa uğramasıyla patronlarıyla hesaplaşması ve bu hesaplaşmanın psikolojik olduğu kadar fiziksel bir şiddete dönüşmesini Finchervari bir biçimde işleyen film, klasik kara filmlerin ışığına yakın dursa da bir yandan da modern zamanlardan gelen, çağdaş bir katil karakteri yaratıyor.
“The Killer” neredeyse tek bir karakter üzerine kurulu. Michael Fassbender’in ustalıkla canlandırdığı katil dışındaki karakterler, sadece onun etrafında dolanıyor ve hikâyeye temel anlamda bile hizmet etmiyor. Filmin ilk yarım saatine yayılan edebi açılışı da bir seri katilin iç sesi olmanın yanında Fincher’ın yarattığı güçlü ışıkla göz dolduruyor. Fincher’in “The Killer”ı bu yıl Venedik’in iddialı yapımlarından biri olarak göze çarpıyor.